Pandemi: Kriz mi Fırsat mı?

2020 hızlı başladı. Yangınlar, ölümler, felaketler derken birden bire bir virüs meselesi geldi gündeme, önce sadece Çin’de var dendi, fazla önemsenmedi. Kısa bir süre içinde bir de baktık ki virüs beklenmedik bir hızla dünyaya yayılıyor. Durumun ciddi olduğu fark edildi, hastalık pandemi ilan edildi. Türkiye’de yok denildi, sonra vaka sayısı günler içinde binlere, on binlere çıktı. Bunların hepsi iki üç ay içinde oldu ve her şey öyle yoğun ilerliyor ki nisan ayında değilmişiz de yıl bitmek üzereymiş gibi hissettiriyor 2020. Bu kadar olay üç aya nasıl sığar diyor insan istemeden, aslında hem insan hayatında hem de dünyada bir şeylerin değişmesi an meselesi, sadece bunu zaman zaman unutuyoruz.  

İçinde bulunduğumuz durum sebebiyle daha önce bildiğimiz ama kullanma ihtiyacı hissetmediğimiz kelimeler girdi hayatımıza. Karantina, pandemi, kısıtlama, sosyal mesafe, izolasyon… Bunların hepsi şimdi hayatımızın içinde, günde mutlaka birkaç kez bunları hem duyuyoruz hem de kullanıyoruz.

Kelimelerin yanında bir de ev konsepti ile karşı karşıyayız. Dünyanın yüzde kaçı bilemem ama çoğunluğu günde sekiz ila on saat arası ev dışında bir yerde çalışıyor veya okula gidiyor. Yolda harcanan zamanı da ekleyin, yirmi dört saatlik günün ortalama on iki saati dışarıda geçiyor. Yedi saat de uyku diyelim, geriye kendinize harcayabileceğiniz beş saat kalıyor. O beş saatte de duş, yemek gibi temel ihtiyaçlar gideriliyor. İnsanın bir şeylere odaklanabilmesi için fiziksel ve zihinsel olarak çok yorgun olmaması lazım, fakat maalesef öyle bir yorgunluk oluyor ki günün on iki saatini dışarıda harcadıktan sonra, kendini geliştirme konusu bile açılamıyor çoğu zaman. Fakat şimdi çoğumuz evdeyiz. Şanslı olanlarımız market dışında evden çıkmak zorunda değil. Hatta isterseniz market bile size geliyor artık.

Dışarı çıkıp bir kahve içmenin normal olduğu günlerden.

Peki bu kadar kendini geliştirme diyoruz da, nedir bu kendini geliştirme gerçekten? Bence bu hem çok geniş, hem çok öznel bir kavram. Benim tanımımı sorarsanız, ben oldukça pragmatist bir insan olduğum için bulunduğum her andan, tanıştığım her kişiden, okuduğum her cümleden, yaşadığım her olaydan bir şeyler öğrenmeye çalışırım. ‘Nasıl faydalanabilirim’ cümlesi benim kendimi geliştirme konseptimin anahtarı. Bunun bir adım sonrası da ‘nasıl faydalı olabilirim’ benim için. Çünkü ben kendimi bir adım öteye götürdükçe, bu bildiklerimi ve öğrendiklerimi diğerleriyle paylaşmak bu gelişimin bir parçası. Dediğim gibi çok öznel bir tanım bu, herkesin kendini geliştirme tanımı farklı olabilir ama ortak noktada birleştiği yer şu: bunun bir sınırı veya kalıbı yok. Her an, her yerde, her şekilde gelişebilir, olgunlaşabilir ve büyüyebiliriz.

Ev konusuna geri dönecek olursak; şimdi evdeyiz ve kendimizle, mutluluğumuzla veya mutsuzluğumuzla baş başayız. Dışarıda büyük bir kriz yaşanıyor. Herkesin bu krizi deneyimleme şekli farklı. Kimisi sağlıklı, maddi açıdan kendine yetebiliyor, evinde. Kimisi çalışmak zorunda. Kimisi hasta, kimisinin de sevdiği birileri hasta belki. Kimisi maddi açıdan endişeli. Çok yönlü, çok değişkenli bir kriz bu. Öyle basit bir şey değil aslında.

Bu durumun karmaşıklığı üzerine herkesin bir fikri var. Evde neler yapılabilir, okumanız gereken kitaplar, izlemeniz gereken filmler gibi birçok şeye denk gelmişsinizdir. Öneriler ve listeler her yerde. Bir grup evde olabildiğince kendini oyalamaya, bir şeyler yapmaya çalışırken bir diğer grup ise bu evde zaman geçirme önerilerini ve mutlu paylaşımları ‘toksik’ buluyor, durumun bir kriz olduğunu, bunda fırsata çevirilebilecek bir şey olmadığını, bunun diğer insanların acılarını küçümsemenin bir şekli olduğunu savunuyor. Kendinizi geliştirmek için önce böyle bir kriz durumunun ortadan kalkması gerektiğini, bu durumda kendini geliştirmenin söz konusu olmadığını söylüyor.

Birbirimizin yöntemlerini eleştirirken şunu unutuyoruz: her birimiz farklıyız ve dolayısıyla herkesin krizi deneyimleme şekli farklı. Siz bu yaşananları tamamen bir kriz olarak değerlendirirken bir başkası bunda fırsatlar görebilir. Size kitap okumak iyi gelirken bir diğerine sadece dizi izleyip uyumak iyi gelebilir. Siz sağlıklıyken bir başkası sağlıklı olmayabilir. Bir gün üretken olabilirsiniz, onu izleyen bir hafta boyunca canınız hiçbir şey yapmak istemeyebilir. Kilo alabilirsiniz veya bu dönemde hiç olmadığınız kadar fit olabilirsiniz. Bir gün neşeniz yerindeyken bir diğer gün bu kriz sizi fazla etkileyebilir. Mutsuzluğu ve üzüntüyü bastırmak, onların geçmesini sağlamaz. İnsanız ve duygularımız var, bunları yaşamak için kendimize izin vermemiz gerekiyor. Buraya kadar her şey normal fakat üzerinde durmak istediğim bir nokta var: mutsuzluğu yaşarken bir başkasının mutlu olması veya mutlu şeyler paylaşması, bu krizden en iyi haliyle çıkması, kendini hiç olmadığı kadar geliştirmesi sizi rahatsız etmemeli. Siz istediğinizi yaşayabilirsiniz ama bir başkasının mutluluğu sizi rahatsız etmeye başladığında oturup bir düşünmeniz, neden rahatsız olduğunuzu sorgulamanız gerekebilir.

seyahat edebileceğimiz günleri sabırsızlıkla bekliyoruz hepimiz.

2018 yılının ocak ayında oldukça ciddi ve beklenmedik bir kaza yaşadım. Sol dizimden ayağıma kadar tüm alt bacağıma kaynar su döküldü ve bu da benim dört ay boyunca yürüyemememle sonuçlandı. Sürekli hastane, pansuman, müdahale derken kısmen normal hayatımda döndüğümde aylardan mayıstı, o dört ay boyunca evde kapalıydım bir de üstüne yürüyemiyordum ve sürekli canım acıyordu. Tahmin edebileceğiniz gibi son derece zorlayıcı bir süreçti benim için, hem fiziksel hem de psikolojik olarak. En basit ve en temel şey olan yürüme becerimi kısa süreliğine kaybetmiştim ve tanıyıp tanıyabileceğiniz en hareketli insanlardan biriyim. Bir süre o kadar kötü bir ruh hali içindeydim ki hiçbir şeye odaklanamıyordum, aklım sadece bacağımdaydı. Sonra bunun böyle gitmeyeceğini fark ettim, çünkü mutsuzluğu abartmanın bir adım ötesi kendini kurban psikolojisine sokmak. Ve bir kere bu psikolojiye girdiğiniz zaman bundan kolay kolay çıkılmıyor. ‘Bu neden benim başıma geldi’ sorusunun yerini ‘başıma böyle bir şey geldi peki şimdi ne yapabilirim’ almadığı sürece mutsuzluk girdap gibi sizi içine çekiyor. Yürüyemiyorum, peki ne yapabilirim sorusunun cevabı olarak, hiç yapmadığım kadar çok resim ve çizim yaptım, kitap okudum, iyileşince denemek üzere yemek tarifleri not aldım, planlar yaptım, üstüne bir de sırt ve kol egzersizleri yaptım ki en azından hareketsizlikten iyice kötü hissetmeyeyim kendimi diye düşündüm.

Bütün bunları anlatma sebebim şu: kendimizi geliştirme uğraşları sadece fiziksel ve ruhsal olarak tamamen sağlıklı olduğumuz dönemlerde yapılır fikri aslında bir bahane. Çoğu zaman bu uğraşlar bizi bulunduğumuz kriz durumundan kurtarır, tutunacak bir şey olurlar bizim için. ‘Her şey berbat’ diye düşünmek yanlıştır demiyorum, bunu düşünmemek için kendimizi zorlamak tam tersi etki yaratarak bizi daha da mutsuz edebilir. Hislerinize ve duygularınıza izin verin, ama hissedin bitsin. Çünkü olumsuz hislerin sizi sürükleyeceği yoldan geri dönüşü bulmak giderek daha da zorlaşabilir. Nasıl çözebileceğinize bakın. Fikirler üretin. Kimi zaman kendinizi zorlayın. Kimi zaman rahat bırakın. Bunların hepsine siz karar vereceksiniz. Evet zor günlerden geçiyoruz, aslında tüm dünya olarak bir travma yaşıyoruz. Bunları yadsıyamayız, gerçekleri görmezden gelemeyiz. Ama en önemlisi şu: herkesin krizle baş etme yöntemi farklıdır bunu kabul edin ve kendinizi yukarı çekecek yöntemi deneme yanılma yoluyla yine siz keşfedin. Ve lütfen başkalarının mutlulukları ve mutsuzlukları sizi rahatsız etmesin. Hepimiz kendimizden sorumluyuz.

1 Yorum

Bir Cevap Yazın