İyi hissetme zorunluluğu, yaşadığımız dönemde belki de bugüne kadar hiç olmadığı kadar büyük bir baskı oluşturuyor üzerimizde. İyi hissetmediğimizde veya canımızı sıkan bir şey olduğu zaman, güya ‘kişisel gelişim’ temalı içeriklerde dönüp dolaşıp bize sunulan mesaj aynı: Kendini iyi hissetmeye zorla. Yapabilirsin. Sadece iyi hisset. Sabah uyan ve güne harika başla. İyi de, bir problemimiz olduğunda ‘sadece iyi hisset’ gibi müthiş derin bir tavsiye ile iyi hissedebilmemiz mümkün mü gerçekten? Peki her an iyi hissetme zorunluluğumuz olduğunu kim nereden çıkardı? Kendimi iyi hissetmek zorunda hissedersem, bu tam tersi etki yaratarak beni iyi hissetmekten iyice uzaklaştırmaz mı? Bu konuyu biraz irdeleyelim istedim.
İçindekiler
Kendi açımdan pozitivite
Öncelikle kendi tarafımdan biraz anlatmak istiyorum ki bu konuyu neden irdelemek istediğimi daha iyi aktarayım. Genellikle bu iyi hissetme konusuna odaklanmadan, kendiliğinden iyi hisseden biriyim. Tam bir sabah insanıyım, o ‘uyan ve güne güzel başla’ bana doğduğumda otomatik yüklenmiş. Sabah suratsız olduğumu görmeniz neredeyse imkansız. Genel olarak tahammülüm de yüksek olduğu için, bir şeye sinirlenmem çok kolay değildir. Yüksek enerjili, pozitif, zaman zaman fazla neşeli etrafınızdaki birkaç insandan biriyim. Pixar’ın Inside Out filmindeki Joy gibi etrafta dolanıyor olma ihtimalim yüksek. Bu yorumları kendi kendime oluşturmadım, artık kendimi (biraz) bilebilecek bir yaşta, otuz iki yaşımdayım ve yıllar boyunca etrafımdaki herkesten dinlediğim sıfatlar bunlar. Hatta birçok insana tuhaf geldiğimi de zaman içinde anladım çünkü bu kadar enerji bu kadar neşe, bazı insanlarda ‘acaba bu bir maske mi, normalde mutsuz biri mi’ gibi bana garip gelen düşüncelere de yol açtı. Hayır maske değil, gerçekten mutluyum genel olarak.
Bunları neden anlattığımı soracak olursanız, benim bakış açımdan mutlu olmak çok zor değil evet, ama ‘sadece iyi hisset’ gibi bir tavsiye vermenin saçmalığını, karşıdan gelecek olan ‘dalga mı geçiyorsun’ cevabının normalliğini bu halihazırda doğuştan sahip olduğum pozitif bakış açısıyla incelemek istedim.
Herkes her zaman iyi mi hissediyor?
Sosyal medyanın hepimiz tarafından kullanılması ve genel olarak bir vitrin haline gelmesi ile, hayatımızın birbirimize göstermeye çalıştığımız iyi yönleri bizde sanki herkes her an iyi hissediyormuş ve biz de öyle hissetmek zorundaymışız gibi bir algı oluşturdu. Evet bunun sahteliğini biliyoruz, hep konuşulan ve neredeyse hepimiz tarafından kabul edilen bir olgu, ama bence üzerimizdeki asıl etkilerini tam olarak fark edebilmiş değiliz. Fark edemedikçe de, normal olmayan bir ‘iyi hissetme zorunluluğu’ almış başını gidiyor ve bu bizi hiç de iyi yerlere götürmüyor. Çünkü ‘iyi hissetmeliyim’ dediğimizde o problemler kendi kendine çözülmüyor, sadece geçici olarak üstleri kapanıyor, ve elbette ki en ufak bir olayda geri gelmek üzere sıralarını bekliyorlar.
İyi hissetme zorunluluğuna kapıldığımız zaman, bizi problemlerimizden uzaklaştıracak her şeye yönelme ihtimalimiz ile bize zarar verecek başa çıkma mekanizmalarına yöneliyoruz. Bu mekanizmalar hepimiz için farklı oluyor, ama hepsinin ortak özelliği şu: Sorun çözmek yerine, o sorunu kısa vadede bizden uzaklaştırma konusunda iyi olup uzun vadede bizi daha büyük sorunlarla baş başa bırakacak olmaları.
Duyguların ve iyi hissetmemenin normalliği
İnsan olmanın verdiği doğal bir getiri olarak çok geniş bir spektrumda çok çeşitli duyguları deneyimleme özelliğine sahibiz. En pozitifinden en negatifine, bütün duygular bizim hissedebilmemiz için var. Yaşadığımız olaylar ve durumlar karşısında, bazen de hiçbir sebep yokken, farklı farklı duyguları deneyimleyen varlıklarız. Dolayısıyla her duygu aynı ölçüde gerçek ve biz o duyguya arkamızı döndüğümüz an gerçekliğini yitirmiyor. Buna ek olarak, olayları ve durumları kendi bakış açımızla algıladığımız için hissettiğimiz hiçbir şey anormal değil. Aynı durumu, farklı iki insanın bambaşka şekillerde deneyimleyebileceğinin ve algılayabileceğinin normal olduğunu en baştan kabul etmemiz gerek. Hiçbir tepki, hiçbir his, hiçbir duygu daha az gerçek, daha az doğru değil.
Peki bunun sınırı nerede?
Toksik pozitivitenin aldatıcılığı kadar, negativite girdabına kapılmak da aynı ölçüde zararlı ve mümkün. Yaşadığımız olumsuz duyguları bastırmaya çalıştığımızda da, onların içinde kaybolduğumuzda da kendimize benzer ölçüde zarar veriyoruz. Negatif duygular bazen öyle güçlü olabiliyor, bizi öyle içine çekebiliyor ki, insan kapıldıkça kapılıyor. Burada yine sınırı bilecek olan biziz, yaşadığımız olumsuz durumdan kaynaklanan ve pek de iyi olmayan o duyguları bastırmak yerine yaşamaya ve hissetmeye izin vermemiz gerekiyor, insan olduğumuzu ve bunun doğal olduğunu unutmamamız gerekiyor, ki hislerimiz hafifleyebilsin. Bu süreç kişiden kişiye değişiyor olsa da, belirli bir noktada kendimize iyi gelecek şeyleri minik minik yapmaya başlamak gerekiyor ki negatiflik döngüsünde sıkışıp kalmayalım.
Gerçek pozitiflik mümkün mü?
Kendimizi kötü hissedebilmemiz normal dedik, toksik pozitivite bize iyi gelmiyor dedik, peki tamam da nasıl gerçekten pozitif hissedeceğiz? Bu kadar yazdım çizdim ama maalesef bunun net bir cevabı yok. ‘Şöyle yaparsanız iyi hissedersiniz’ tavsiyelerinin çoğu gerçeklikten uzak, çünkü iyi hissetmek gerçekten de çok kişisel, çok öznel bir durum. O yüzden kendine, ruhuna iyi gelebilecek şeyleri yine insanın kendi biliyor. Peki bunları nasıl bulacağız derseniz, bu da bir yolculuk aslında. Zaten insanın kendini tanıması, yaşaması, var olması kocaman bir macera değil de ne?
Son
Özet olarak kendimizi iyi hissetmeye zorlamak da, negativiteye boğulmak da aynı ölçüde doğal olandan uzaklaşmak aslında. Bütün duygular biz insanlar için var ve bunu reddetmek, bu durumla barışmayı ve daha iyi yaşamayı ertelemek sadece. Bir problemimiz olduğunda ‘sadece iyi hissetmek’ yerine, o problemi çözmek için adım atmamız gerekiyor, çoğunlukla problemler kendi kendilerine çözülmüyor çünkü. Bunu nasıl yapabileceğimizi bize öğretmeye çalışan, tavsiyeler vermeye çalışan kişiler bize ancak farklı bir bakış açısı katabilir, kendi açımızdan baktığımızda görmediğimiz bir şeyi gösterebilir, o da belki ve biz eğer görmeyi istiyorsak. Hepimiz kendimize neyin iyi geldiğini zamanla, yolda fark ediyoruz. Önemli olan hiçbir duyguya saplanıp kalmamak ve her şeyin geçiciliğini kabul etmek.