Tüketim Çılgınlığımız: Sadece eşyaları değil birbirimizi de son hız tüketiyor muyuz? 

Tüketmek deyince genellikle aklımıza ilk olarak maddi şeyler geliyor olma ihtimali yüksek. İnsan tüketmeden var olamaz ki zaten aslında. Yiyip içmemiz, bir şeyleri kullanmamız gerekiyor ki hayatımızı sürdürebilelim. Ama biz sadece ihtiyacımız olanı tüketme çağında yaşamıyoruz ki. Hatta hiç ihtiyacımız olmayan şeyleri de tüketiyoruz. Peki bu kötü bir şey mi? Sınır nerede? Eşyaları tükettiğimiz gibi birbirimizi, ilişkilerimizi de son hız tüketiyoruz. Bunu önleyebilir miyiz? Cevabı evetse, nasıl? Bugün biraz bu konu hakkında konuşalım. 

Tüketmek kötü bir şey mi? 

Tüketmek kelimesi, kulağa bir miktar negatif geliyor olabilir ama aslında az önce de söylediğim gibi, tüketmeden varlığımızı sürdürmemiz imkansız. Ama biz varlığımızı sürdürmek için tüketmenin son derece ötesine geçmiş bir zamanda yaşıyoruz, hatta neredeyse ‘tüketmek için var oluyor’ gibiyiz. 

Bu tüketmek için varlığımızı sürdürme meselesi, insan doğası sebebiyle sınırı her zaman zorlayan bir olgu. Bize ne sınır koyulursa, onun ötesine geçmeye çalışıyoruz. Maddi bir sınırlama gelirse, bu kez manevi tüketime başlıyor, elimizde olanları, yani birbirimizi ve ilişkilerimizi tüketmeye çalışıyoruz. Bazen maddi manevi sınır gelmiyor ve biz yine nerede duracağımızı hiç ama hiç bilemiyoruz. Ve tüketmenin riskleri de tam olarak burada devreye giriyor. 

Temel anlamıyla bakacak olursak, hayır, tüketmek kötü değil, nötr bir kavram. Ona iyi veya kötü anlam yükleyen, sınırları aşan, bize zarar vermesine sebep olan, birçok şeyde olduğu gibi yine biziz. 

Çok seçenek aslında hiç seçenek mi? 

Alternatiflerin sınırsız olduğu bir çağdayız. Beğenmediğimiz bir şeyin bir diğer alternatifi, üç saniye uzağımızda. Arkadaşınız canınızı sıkacak bir şey mi yaptı? Hiç sorun değil. Başka arkadaş bulursunuz. Sevgilinizin x davranışına tahammül edemiyor musunuz? Bırakın gitsin. Oturup artı eksi mi düşüneceksiniz, iletişim mi kuracaksınız bir de. Buna kimin vakti var? Sosyal medyadan veya dating applerden yenisini bulmanız yarım gün sürer. Bunca alternatif varken kimin nesine neden tahammül edesiniz ki? 

Birçoğumuz bunu bilinçli yapmıyor. Her çağın insanlara fark etmeden aşıladığı şeyler olur ve içinde yaşayanlar olarak biz bunu öyle normalleştiririz ki, öyle kanıksarız ki, sorgulamak bir yana, fark etmeyiz bile. Hep bahsettiğim ‘unlearning’ kavramı işte tam olarak burada devreye gidiyor. Çağımızın, toplumumuzun, ailemizin, çevremizin bize dayattığı ‘normal’i sorguladığımızda, unlearning dediğimiz ‘öğrenilmiş şeyi bırakma’ kavramına bir adım atmış oluyoruz. 

Çok seçeneğimiz olduğu için sabırsızız, birçok şeyi tolere etmiyoruz, kararsız kalabiliyoruz, aynı anda birden fazlasına sahip olmaya çalışabiliyoruz. Bazen de bunu ‘kendimize değer verdiğimiz için’ yaptığımızı savunuyoruz. Öyle ya, birinin kötü davranışına neden tahammül edelim, bizi haketmeyen insanları neden hayatımızda tutalım ki? Böyle bakınca mantıklı geliyor. Peki bunun sınırı nerede? 

Nerede yanlış yapıyoruz? 

Kendimize değer vermek elbette çok güzel bir şey. Hayatta kendinize verdiğiniz değer kadar değer görüyorsunuz. Fakat bu kavram, günümüz dayatmaları ile birleştiği zaman asıl anlamından uzaklaşarak yanlış anlaşılıyor, sabırsızlığa ve bencilliğe sürüklüyor bizi. Kendimize değer verdiğimizi düşünürken, aslında emek ve sabır gibi insan ilişkilerini oluşturan temel kavramlardan tamamen uzaklaşmış oluyoruz. Bu elbette her şeye tahammül edeceğiz, sabredeceğiz, emek vereceğiz, fedakarlık yapacağız demek değil. Bazen o ilişkinin içinden çıkmak, kendinize yapabileceğiniz en büyük iyilik oluyor. Bazen sabretmek bir hataya dönüşüyor. Ama bir sonraki seçeneğe geçmeden önce, kendimize sormamız gereken bazı sorular var. Artıları ve eksileri bir teraziye koymak durumundayız. Arkadaş veya romantik ilişki fark etmeksizin, karşımızdakinin temel değerlerimizi ne ölçüde karşıladığını düşünmek durumundayız. Ve belki de en çok gözümüzden kaçan şey olarak, kimsenin mükemmel olamayacağını, her türlü ilişkinin bir yolculuk olduğunu, iyi ve kötü dönemler olacağını, sorunları iletişimle çözmeyi denememiz gerektiğini, hangi davranışları tolere edebileceğimizi kendimize sormak durumundayız. Bunları sormazsak, birbirimizi tüketmenin sınırı yok. Birini tüketir, ötekine geçeriz, sonra onu da tüketir, bir sonrakine geçeriz. Bunun sonu, sadece biz belirlediğimiz sürece var. 

Emek vermenin modası geçti mi? 

Bizden önceki jenerasyonların seçeneğinin bu kadar fazla olmaması nedeniyle ilişki sürdürme kapasiteleri çok daha fazla. Bu hem doğru hem yanlış sebeplerle ortaya çıkan bir durum: Yanlış sebepler, çünkü sürdürülen birçok ilişki yalnız kalma korkusu, başka seçeneğin olmaması, toplum baskısı gibi sebeplerle günümüze ulaşmış. Doğru sebepler ise, ilk hatadan ‘zaten çok seçenek var ben gidiyorum’ demeyip emek vermeyi öğrenmişler. Biz ise seçenek fazlalığından emek kavramını çoğunlukla bilmiyoruz. Her türlü ilişkinin zamanla, emekle işleneceğini, şeffaf iletişim ile sorunların önüne geçilebileceğini, her zaman her konuda mutabık olmak zorunda olmadığımızı, manevi emeğin ne demek olduğunu, kendi kusurlarımızın varlığını, karşıdakinin kusurlarının varlığını zor kabul ediyoruz. Yine tekrarlayacağım, burada her koşulda sınırsız emek verilmeli demiyorum. Emek vermeye değer mi, önce onu göz önünde bulundurmanın, sonra da karşılıklı emekle her ne tür bir ilişki ise onu iki taraflı inşa etmenin gerekliliğine dikkat çekmek istiyorum. Tahammülsüzlük gibi aşırı tahammül de bizi kötü yerlere götürebiliyor. 

Her şeyi sadeleştiren ve kolaylaştıran bir yaklaşım olarak: Az, çoktur.

Son olarak seçenek fazlalığından kendi ellerimizle karmakarışık hale getirdiğimiz hayatlarımızda her alanda sadeleşmeye ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Çok seçenek aslında hiçbir konuda derinleşemiyor olmamıza sebep oluyor. Yüzeyde çırpınıp duruyor, tatmini hep başka yerlerde, daha fazlasında arıyoruz. Hiçbir şeyin tadını tam olarak çıkaramıyor, kıymetini bilemiyoruz. Biraz farkındalık ve çabayla, eşyaları, düşünceleri, fikirleri, insanları anlamsızca tüketmeden, gerçekten sevdiğimiz birkaç şeyle ve gerçekten değer verdiğimiz insanlarla hem sade hem yüksek ölçüde tatmin edici hayatlar yaşayabiliriz bence. Ne dersiniz? 

Bir Cevap Yazın