Paris Günlükleri II: Yeme İçme Notları

Fransa veya Paris deyince yemekle ilgili aklıma gelen ilk üç şey: şarap, peynir, makaron. Sonra da croissant, tereyağı, tartölet, istiridye. Fransız mutfağı tabii bunların çok daha fazlası, ama şimdi yalan söyleyemeyeceğim saydığım bu şeylerin büyük hayranı olsam da genel olarak Fransız mutfağının büyük bir hayranı sayılmam, beni tanıyan herkesin bildiği üzere denemeyeceğim yemek/yiyecek yoktur ama denemek başka keyifle yemek başka. İstisnalar haricinde Fransız yemekleri genel olarak bana fazla soslu ve ağır geliyor (ama Fransız peynirlerine laf ettirmem, o konuda anlaşalım).

Başlamadan önce Paris Gezi Notları’nı okumadıysanız, buyrun linki burada.

Paris ile ilgili en sevdiğim şeylerden biri, tabii ki de Parisien café atmosferi. Aslında nesini seviyorum bilmiyorum gerçekçi baktığınız zaman herkes dipdibe oturuyor, tanımadığınız insanlarla dirsek dirseğe yemek yiyorsunuz (hele ki kişisel alana verdiğiniz önem benimki gibiyse durum iyice saçmalaşabilir), çantamı koyayım yayılıp oturayım seçeneği pek mümkün değil, yine de görüntüsünden midir, dekorasyonundan mıdır, Paris’te olmaktan mıdır nedir ben seviyorum bu ortamı, zaten şikayet etmekten de hoşlanmam, gelmişim Paris’e keyfime bakayım moduna geçiyorum direkt.

benim gibi sabahın erken saatlerinde geziyorsanız bolca açılmamış bistro göreceksiniz

Paris (ve Fransa) ile ilgili sevdiğim bir diğer şey ise, tabii ki tatlıları. Frambuazlı bir tartölet ile beni çok kolay kandırabilirsiniz, bir anda Crabbe ve Goyle ile aynı zeka seviyesine inmem mümkün. Makaron aşkımı zaten bol bol ifade ederim, ekleri de çok seviyorum, bir de crème brulée diye bir gerçek var ortada.

Şehirde üç gün geçirdiğim ve yeme içme kapasitem sınırlı olduğu için denemek istediğim tüm lezzetleri ve restoranları deneme fırsatım olmadı, ama yine de üç gün içinde epey şey deneyebildiğimi düşünüyorum. Bir de bu şehir bana sürekli şarap içiriyor, öğlen yemeği akşam yemeği demeden sürekli ortada bir kırmızı şarap vardı, dayanamıyorum, bunu da eklemek istedim. Hadi başlayalım.

Parisien Caféler

Bahsettiğim gibi ben bu konseptten baya hoşlanıyorum, yapacak bir şey yok. Çok estetik, çok hoş, ne bileyim güzel işte. Önerilerim çok spesifik değil, daha çok gözüme güzel görünen yerleri denedim, sizin de öyle yapmanızı tavsiye ederim çünkü rastgele keşiflerden güzel şeyler çıkabiliyor.

Au Père Tranquille (Les Halles)

İlk geldiğim günün akşamı Melis’in önerisiyle burada güzel bir akşam yemeği-şarap keyfi yaptık. Klasik ve keyifli, tam bir Paris cafési. Les Halles tarafındaysanız öneririm.

Le Bon Pêcheur (Les Halles)

Yine dekorasyonu ile ilgimi çeken tatlı mı tatlı bir café. Burası diğer klasik mekanların aksine biraz daha ferah, iki kişi dört kişilik masaya oturduk DÜŞÜNÜN O DERECE. Ayrıca iç dekorasyonu da çok tatlı. Yemekleri konusunda bir şey söyleyemeyeceğim sadece kahve içtik, ama ortamı çok tatlıydı.

Les Philosophes (Le Marais)

Xavier Denamur’un sahibi olduğu restoranlardan biri olan Les Philosophes, tam bir French Bistro örneği. Fiyatları yukarıdaki restoranlardan biraz daha pahalı fakat burada çoğu malzeme organik ve yerel üreticilerden sağlanıyor. Çok popüler ve kalabalık, şansıma en köşede yer bulup güzel bir kiş-şarap keyfi yapabildim. Hem lezzetten hem servisten memnun kaldım, Marais’de bu tarz yerler çok var fakat burayı çok beğendim, tavsiye ederim.

Café Kléber (Trocadéro)

Trocadéro’da gece Eiffel’i izlemek isteyip bu bölgeye geldiğimizde, burada güzel bir crème brulée yedim. Metrodan çıkınca göreceğiniz yan yana bir dolu caféden biri aslında.

Le Sabot Rouge (Montmartre)

Gün batımı için geldiğimiz Montmartre’da güzel bir soğan çorbası- şarap keyfi yaptığımız yer. Yine burası da klasik bistrolara göre biraz daha geniş ve ferahtı, soğan çorbası da çok lezzetliydi.

Fransız Lezzetleri

Bistrolardan sonra denediğim lezzetleri de tek tek listeledim, aslında denemek istediğim çok daha fazla şey var, bir ara peynir dosyasına girişeceğim o yüzden burada bahsetmedim bile, şimdilik buyrun.

Makaron

Temel olarak badem unu, yumurta beyazı ve şekerden oluşan bu minik kurabiyecikleri yapmak epey zahmetli. Fransız devrimi sırasında para kazanabilmek için Nancy’de iki rahibe badem unu, şeker ve yumurta ile yaptıkları kurabiyeleri satıyorlarmış, fakat bu bizim bildiğimiz makaron değilmiş, dolgusu olmayanını ve tek katlı olanını düşünün. Bugünkü şekline Ladurée’nin getirdiği söyleniyor.

Ladurée’den makaron denemek istiyorsanız, Paris’te birkaç yerde bulabilirsiniz, makaronları kadar tatlıları da denemeye değer. Benim favorim frambuazlı makaron tabii ki, sonsuza dek övebileceğim bir şey.

Ladurée, Champs-Elysées

Pierre Hérme ise bir diğer muhteşem seçenek. Bu gidişimde Ladurée’yi es geçerek buradan bir kutu makaron aldım. Pierre Hérme ilginç tat kombinasyonları konusunda çok başarılı, her sezon farklı bir koleksiyon çıkarıyor. Favorilerimden biri Ispahan (gül, liçi, frambuaz), tuzlu karamel, Mogador (sütlü çikolata ve passion fruit (bu meyveye çarkıfelek meyvesi demeyeceğim, çarkıfelek meyvesi bende hiçbir şey çağrıştırmıyor, üzgünüm). Ladurée gibi, yine tatlıları da muhteşem.

Pierre Hérme, Le Marais

Ekler (éclair)

L’Eclair de Génie, Le Marais

Pâte à choux (Türkçesi ‘şu hamuru’) ile hazırlanan, üzerini de istediğiniz gibi süsleyebileceğiniz yine minik sevimli bir tatlı, hepimizin bildiği ekler. Şu hamuru da bildiğimiz hamur, içinde un, tereyağı, şeker, yumurta gibi şeyler var. Aslında bildiğimiz hamur diyerek basite indirgemiş olmayayım çünkü pastacılık bir sanattır ve az çok bir şeyler denediyseniz bilirsiniz, bir malzemeyi bir gram az/fazla koyarsanız sonucu mahvetme ihtimaliniz olabiliyor. Dolayısıyla bu hamur da bildiğimiz malzemelerden oluşsa da kıvam her şeydir.

L’Eclair de Génie, eklerin her türlü çeşidini bulabileceğiniz en meşhur ekler dükkanı. Rengarenk eklerler gerçekten de hepsini deneme isteği uyandırıyor, ben frambuazlı ve mascarponeli denedim, harikaydı. Aslında klasik beyaz dolgulu üstü çikolatalı ekler favorim olsa da, buradaki tüm eklerler çok iştah açıcı. Birçok şubesi var, ben Le Marais’dekini denedim.

Krep – Galette

 Krep de yine Fransa ile özdeşleşmiş lezzetlerden biri. Galette ne derseniz, tuzlu kreplere galette deniyor diyen de var, bölgeye göre ikisine de krep veya ikisine de galette diyen de varmış, ama genel kanı galette’in genelde tuzlu olduğu ve karabuğday unu eklendiği için daha koyu renk olduğu. Ben bu olayı tam çözemediğim için kesin bir şey yazamayacağım.

Turistik birçok yerde krep büfeleri görebilirsiniz, üzerine de istediğiniz şeyi seçebiliyorsunuz, restorandakiler gibi olmuyor tabii büfelerde kısıtlı seçeneğiniz var, ben çikolata, peynir gibi klasik şeyleri denemiştim bu kez sadece şeker ve limon soslu bir tane denedim, fena değildi sonuçta turistik görevlerimizi gerçekleştiriyoruz.

Restoranda deneyeceğim derseniz araştırmalarım sonucu bolca önerilen cafélerin bir listesini sizle paylaşayım, siz seçip denersiniz: Framboise Crêpes, Lulu La Nantaise – Crêperie, Creperie Gigi, Alizée Crêperie Gourmet, Crêperie Breizh, Krügen.

Croissant meselesi

Yine un, tereyağı, maya ve şeker gibi basit malzemelerin bir araya gelmesiyle ortaya çıkan muhteşem bir şeyle karşı karşıyayız: croissant. Kendisini çok seviyorum, yapacak bir şey yok. Paris’te en iyi croissant nerede yenir bilemem çünkü ben önüme gelen yerden alıp yedim ve hepsi de güzeldi. Bu arada yok çikolatalı croissant yok peynirli croissant öyle şeyler yok bunları aklınızdan çıkarın, klasik sade croissantınızı yeyin. Eğer ben çikolatalı yiyeceğim diye ısrar ederseniz onun adı çikolatalı croissant değil ‘pain au chocolat’ (çikolatalı ekmek anlamına geliyor) şekli dikdörtgen, içinde de katı çikolata var.

Yiyeceğiniz croissantların yüzde doksanı güzel çıkacaktır diye düşünüyorum ama yine de en iyi croissant burada olur diye önerilen iddialı mekanları listeleyeyim: La Maison d’Isabelle, Maison Pichard, Du Pain et des Idées, Sébastien Gaudard.

Soğan Çorbası (soupe à l’oignon)

Bir yemekte karamelize soğan varsa yüksek ihtimalle ortaya güzel bir şey çıkıyor, bunun bir üst boyutu ise ana malzemesi karamelize soğan olan adı üzerinde, soğan çorbası. Soğan, et suyu, tereyağı, ve biraz kıvam vermek için un ile yapılıyor, üzerine kruton ekliyorlar, gravyer peyniri eritiyorlar, yanına da baget. Daha ne olsun? Gerçekten çok lezzetli bir şey, denemenizi öneririm. Yukarıda bahsettiğim restoranlardan birinde, Le Sabot Rouge’da denedim (Montmartre), gayet lezzetliydi.

Steak Tartare

Işte geldik muhtemelen denemeyeceğiniz, önyargı ile yaklaşacağınız bir yemeğe (haksızsınız diyemem): Steak Tartare. Neymiş bu steak tartare diyenler için en baştan söyleyeyim: çiğ kıyma. Baya, bildiğiniz çiğ kıymayı birtakım soslarla, kıyılmış maydonoz ve soğanla, kornişon turşuyla, kapariyle, çiğ yumurta sarısıyla (çiğception) karıştırıyorlar, bizim bildiğimiz köfte harcına benziyor, yanında patates kızartması ile servis ediyorlar. Hani ‘o et yoğurularak baharatla pişiyormuş…..’ durumu falan yok, kendimizi kandırmayalım, gerçek anlamıyla ÇİĞ KÖFTE yiyorsunuz. Sen denedin mi diye soracak olursanız bence cevabı biliyorsunuz, tabii ki denedim. Au Père Tranquille’de oturuyorduk ve çok açtım, menüye bakıp hiç denemediğim bir şey deneme isteği ile comfort food seçmek arasında gelip giderken merak ağır bastı. İtalyan tarzı deneyeyim dedim, öyle olunca steak tartare’ın üzerine pesto sos ve dilim parmesan eklemişler, o şekilde servis ettiler, hepsini de yedim. Yani bir daha yer miyim bilemem ama çok da yenmeyecek bir şey değilmiş, tat olarak ‘şu an çiğ kıyma yiyorum’ hissi vermiyor. Ama neden böyle bir yemek var, insanlık tarihinin en büyük çağ atlama sebeplerinden biri olan ateş neden göz ardı edilmiş bilemiyorum.

Olayın ciddiyetini bir de kendi gözlerinizle görmeniz için size muhteşem klişe Fransız aksanıyla şef Eric’in videosunu bırakıyorum, ben ilk versiyonu değil ikinci versiyonu yedim (ilki beni çok üzdü).

Le Marais

Yine döndük dolaştık geldik Le Marais’ye, Paris Gezi Notları’nda buradan bahsetmiştim, zamanım az olduğu için listelediğim mekanları deneme fırsatım olmadı, yine hem kendime hem size not olarak buyrun listem: La Perle (bar), Le Cherry Butt (bar), Little Red Door (bar) L’As du Fallafel (falafelci), Le Mary Celeste (buranın kokteylleri ve istiridyeleri güzelmiş), Le Barav (şarap barı), Miss Manon (patisserie).

Notlar

Klasik Fransız kahvaltısı için (croissant, reçel, tereyağı, kahve) herhangi bir bistroya oturabilirsiniz, çoğunda kahvaltı servisi oluyor.

İstiridye Paris’te son derece popüler, Eylül ayında da yenilebilir deniyor ama Ekim’den itibaren asıl sezonu açılıyor, ben yemedim ama aklınızda olsun.

Ünlü cafélerden Gezi Notları’nda bahsettim ama sonuçta yeme içme ile ilgili oldukları için buraya da not olarak ekliyorum: Les Deux Magots, Café de Flore, Le Consulat, Café des Deux Moulins, Odette.

İtalyan mutfağı meraklısıysanız Pigalle bölgesindeki Pink Mamma epey önerilenler arasındaydı.

Kahve içecekseniz dikkat: ‘café’ dediğinizde tek shot espresso getiriyorlar, ‘café allongé’ derseniz uzun çekim espresso.

Croissant& kahve keyfini ucuza getireyim derseniz: Gidin Paul’lerden birine, take away bir croissant/pain au chocolat ve espresso alın, 2 Euro. En yakın parkta keyfinize bakın.

Başta da söyledim, listelere bağlı kalmayın çünkü rastgele mekan keşfetmek çok keyifli bir şey.

Kendime not olarak: bir dahaki sefere salyangoz deneyeceğim, çünkü neden denemeyeyim ki.         

Bir dahaki sefere yapılacak bir şey daha: şarap-peynir tadımı.

Hala Paris Gezi Notlarını okumadıysanız buyrun, işinize yarayabilir (daha ne kadar reklam yapacağım, okuyun lazım olacak).

Bon appetit!

Bir Cevap Yazın