Chopin, Piyano ve Anılar

Piyano ile tanıştığımda yedi yaşındaydım. Sene 1998. Çok net hatırlıyorum hala bazı şeyleri. Her Cumartesi sabahı Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi’ne gider, arabayı park eder ve Mozart Cafe’de dersin başlangıç saatini beklerdik annemle. Ders saati geldiğinde Hatire hoca gelir, beni konservatuvarın sınıflarından birine götürürdü ve orada uzun uzun çalışırdık. Çok normal görünürdü bana her şey, sanki benim yaşımdaki bütün çocuklar her cumartesi piyano dersi alıyormuş gibi gelirdi. Çocukken insan tek gerçekliğin kendi yaşadığı hayat olduğunu düşünüyor, aslında düşünmüyor da direkt öyle kabul ediyor, başka bir alternatif söz konusu bile olmuyor, aklından bile geçmiyor.

Annem çocuklarının mutlaka bir enstrüman çalmasını istemiş, bir de sporla ilgilenmesini. Yapı gereği nazik ve hassas biri olduğum için sert bir spor dalı ile uğraşmak bana göre olmadığından dolayı da beni baleye başlatmış piyano ile birlikte, hatta baleye piyanodan yıllar önce başlamışım ama o ayrı bir hikaye tabii. O dönem piyano dersinden çıkıp ufak bir molanın ardından hemen baleye giderdik, hatırlıyorum. Bilkent’teki Ulusoy Bale’ye gidiyordum, hemen hızlıca bir şeyler atıştırıp pembe mayomu ve patiklerimi giyip koştur koştur salona girerdim. Bir yerden sonra ben bundan biraz sıkılmışım ve yorulmuşum, böyle olunca bana istersen birini seç demişler; ben de piyanoyu seçmişim.

İlk anılar

Piyano ile ilgili birçok anım olsa da en başlarda neler çaldığımı hiç hatırlamıyorum neredeyse. Başlangıç seviyesi parçalarının olduğu kocaman notalarla dolu bir kitabım vardı, kırmızı giysileri olan çocuklar vardı kapağında. Onu birkaç ay içinde bitirdik ve ben Chopin’le tanıştım çok kısa sürede. Tabii Chopin’in basitleştirilmiş valsleriyle başlamıştık. Sanırım en belirgin ilk anılarımdan biri bu olabilir. Zaten o andan beri Chopin hayatımdan hiç çıkmadı diyebilirim.

İlk resitalimi de hatırlıyorum, piyanoya başladığım ilk senenin sonuydu, 1999 Haziran olsa gerek. Hatire hocanın on civarında öğrencisi çıktık resitale, sekiz yaşındayım, ilk kez insanların önünde piyano çalacağım ve o on kişiden sahneye ilk çıkacak olan benim. Çok heyecanlıydım ama durumu tam olarak kavrayamamıştım da aynı zamanda. Yine sanki benim yaşımdaki bütün çocuklar sahneye çıkıyor gibiydi gözümde. En net hatırladığım şey ilk parçamı bir oktav geriden çalmıştım o anın heyecanıyla. Başladıktan sonraki birkaç saniye içinde fark etmiştim, şimdi durup tekrar başlanmaz diye düşünüp o şekilde bitirdim parçayı. Sonraki 4-5 parçayı ise pek bir sorun yaşamadan keyifle çalmıştım. Resital bittiğinde de ne kadar rahatladığımı hatırlıyorum. Ne giydiğimi de hatırlıyorum. Resitalin sonunda Hatire hoca Chopin’in Polonaise’lerinin olduğu bir Cd hediye etmişti, bir de onu hatırlıyorum.

1998- 2006

Böyle böyle zaman hızla geçti, piyano hayatımın bir parçası haline geldi. Her hafta alınan dersler, yıl sonu resitalleri, yıl ortası resitalleri derken hem kendi kendime, hem de insanların önünde piyano çalmayı ne kadar sevdiğimi fark etmem uzun sürmedi. Çok da ciddiye alıyordum piyanoyu, mesela evin kurallarından biri şuydu: ben piyano çalarken kimse benimle konuşmuyordu ve hayati bir mesele olmadığı sürece çaldığım parçayı asla yarıda bırakmazdım. Neredeyse her çaldığım parçanın üzerine tarih atardım, kaç ayda bitirdiğimi görebilmek için. Bu kadar seviyor olmama rağmen her sene şubat ayında ‘piyanoyu bırakacağım’ krizleri de yaşanmıyor değildi evde. Yıl ortasında çok yorulduğumu, artık piyano çalmak istemediğimi iddia ederdim anneme. Annem ise (sabrına hayranım kendisinin, hep söylerim) istersem bırakabileceğimi, ama bu şansı herkesin elde edemediğini, ve bırakırsam böyle bir fırsatla tekrar karşılaşamayabileceğimi söylerdi. Bu sözlerin üzerine bırakmadım tabii ben de.

Mesela Elegie kolay olduğu için resitalden birkaç hafta önce başlamışız.

Her sene altı- yedi eser seçerdik yıl sonu resitali için Hatire hoca ile. Ben daha ilk seneden Chopin’le tanışınca Chopin’in müziğini inanılmaz bulmuştum o anki çocuk aklımla bile. Her sezon birden fazla Chopin çalmak için ısrar ederdim, Nocturne, Mazurka, Waltz, hiç önemi yok yeter ki Chopin çalayım derdim Hatire hocaya. O da her seferinde eklerdi çok sevdiğimi bildiği için. Tabii o zamanlar Youtube, Spotify gibi şu an hayatımızın bir parçası haline gelmiş platformlar yok, Cdler var. ‘Romantic Piano’ adında dört- beş Cdlik bir setim vardı annem almıştı, bir tanesi komple Chopin’di ve en sevdiğim oydu haliyle. Onun dışında Bach, Beethoven, Ravel, Bizet, Tchaikovsky gibi bestecilerin ayrı ayrı Cdleri, sonatalar ayrı, senfoniler ayrı, onlarca Cd doluydu ev. Çalacağım parçaları oradan bulabilirsem uzun uzun dinleyip kendimi de öyle çalarken hayal etmek en sevdiğim şeydi.

Daha eskilerini bulamadım, tonla Rusça başlıklı notam vardı, kim bilir neredeler. 2015 yılında bu parçayı tekrar çalışmaya karar vermişim gördüğünüz üzere.

Yıllar geçti, piyano dersi almayı bıraktığımda sanırım on altı yaşındaydım, lisedeydim. Müziğe ve dile yeteneği olan bir çocuk olarak büyüdüm fakat belirsiz birkaç sebepten dolayı dili seçtim. Konservatuvar meselesi evde birkaç kez gündeme geldi ama bir şekilde üzerinde durulmadı, o günkü Türkiye şartlarında müzisyen olmak gerçekten doğru bir karar mıydı diye hem ailemin hem Hatire hocanın konuştuğunu hatırlıyorum. Aslında hayatta her zaman olumlu ve olumsuz koşullar mevcut ve bazen bunları o kadar da düşünmemek gerekiyor çünkü insan işini çok iyi yapıyorsa elbet bir yerlere geliyor. Ama olmadı, konservatuvar arkada bırakılan bir seçenek oldu o dönem.

Piyano dersleri sonrası

Piyanoyu bıraktıktan sonra, aslında piyanoyu bırakmak değil ders almayı bırakmak daha doğru bir ifade olur, tahmin edersiniz ki ders aldığım yıllar kadar disiplinle ve süreklilikle çalışmadım. Tabii ki hayatımdan çıkmadı piyano, ama yine de o yıllardaki gibi olmadı. Ara ara keyfime göre çalışıyordum. Dönem dönem oturup daha disiplinle çalıştığım zamanlar oldu, bir yıl boyunca elimi bile sürmediğim de oldu. Ama piyano hep ilk aşkım olarak kaldı, Chopin de öyle.

Çocukluğumdan beri nerede piyano görürsem başına oturup çalarım hiç çekinmeden. Beni en mutlu eden anılarımdan biridir; 2012 yılında Paris’teki Shakespeare& Company’den kitap almaya girdiğimizde üst katta piyano görünce ne kadar sevindiğimi ve hemen bir iki Chopin çaldığımı hatırlıyorum. Hatta sadece piyano ve ellerimin olduğu bir fotoğrafım var, ben Chopin çalarken çekilmişti çok doğal ve habersiz bir kare, en sevdiğim fotoğrafım olabilir. Siyah beyaz haliyle bastırmıştım duvarımda asılı duruyor hala. Tabii o fotoğraf için Çınar’a teşekkür etmeden de geçemem buradan.

Piyanodan hayat dersleri

İçimde ifade edecek çok fazla şey olduğunu düşündüğüm için yıllar boyunca birçok şekilde bunları ifade etmeyi denedim. Müzikle, dansla, resimle, kelimelerle. Anlatacak bir şeylerim var hep, ve aslında bu anlatacağım, ifade edeceğim şeyler hiç bitmiyor ve bitecek gibi de gelmiyor. Bunu ilk yapabildiğim alan piyano olduğu için benim için anlamı birçok şeyden kat kat fazla.

Piyanonun bana öğrettiği en önemli şeylerden biri de disiplin oldu. Hayatta başarılamayacak çok az şey olduğunu, düzenli çalışma ve süreklilikle neredeyse her şeyin yapılabileceğini öğretti bana daha sekiz dokuz yaşlarındayken. Bir parçanın deşifresi yapılırken geçen o sıkıcı sürece katlanmam gerektiğini çünkü o parçayı ısrarla yüzlerce kere tekrarladığımda Romantic Piano Cdlerindeki kayıtlar gibi olduğunu, o yüzden o sürece değdiğini düşünürdüm. O yaşta öğrenilebilecek en güzel şeylerden biri sanırım. Bunu o yaşta sadece piyano için düşünüyordum tabii ki ama zaman geçtikte bunun aslında tek boyutlu bir şey olmadığını ve hayatta genel olarak geçerli olduğunu anladım. Disiplinin, sürekliliğin ve doğru çalışmanın olduğu yerde başarı vardır, ya da olacaktır, an meselesidir.

Son

Piyano ve Chopin’in hayatımdaki (pek de kısa olmayan) hikayesinin neredeyse sonuna geliyoruz, aslında yazıdaki sonuna geliyoruz demek daha doğru olabilir çünkü ben bu aralar düzenli bir şekilde piyano çalışıyorum. Yıllarca emek verdiğim ve aslında aşık olduğum bir şeyi öylece geride bırakmanın anlamsız olduğuna karar verdim 2021 yılında, otuz yaşıma birkaç ay kalmışken. Dolayısıyla eski anılar, piyanonun ifade ettikleri, neden sevdiğim gibi kavramlar tekrar irdeleniyor şu sıralar. Ve aslında bu yazının yazılmasının sebeplerinden biri de 1 Mart’ın Chopin’in doğum günü olarak kabul edilmesi. 1810- 1849 yılları arasındaki 39 yıllık hayatına inanılmaz şeyler sığdırmış ve kayıp olan, ortaya çıkmayan neler neler vardır siz düşünün. Tabii okuduğunuz yazıda Chopin’den çok, Chopin’in ve piyanonun benim için ifade ettiği şeyler var ama siz özellikle Chopin’in hayatını okumak isterseniz de Aydın Büke’nin Chopin kitabını öneririm.

Bir de size Chopin’in en sevdiğim eserleriyle dolu bir playlist yaptım, belki siz de Chopin’in doğum gününde biraz dinlemek istersiniz.

İşte böyle, yedi yaşımdan bugüne uzanan piyano maceram, ilk resitalim, piyanonun bana öğrettikleri, müziğin bana ifade ettikleri, Chopin’le tanışmam gibi anıları size anlatırken ben de tekrar yaşamış oldum. Yazıyı bitirirken beni piyano ile tanıştıran anneme, maddi manevi beni hep destekleyen babama ve yıllarca üzerimde emeği olan Hatire hocama ne kadar teşekkür etsem az. Onların sayesinde sadece piyano değil, piyano vasıtasıyla hayatla ilgili birçok şey öğrendim.

Müzik her şeye iyi gelir.

Ve son olarak, mutlu yıllar Chopin.

Bir Cevap Yazın