Geçtiğimiz ay güzel dünyamız üzerinde insanların yarattığı zaman algısına göre otuz birinci yılımı tamamladım. Aslında bu yazılar doğum günümde ya da birkaç gün öncesinde veya sonrasında gelir ama bu kez bilgisayarın başına oturup bir şey yazacak fırsatım olmadı. Düşünecek çok fırsatım oldu; geçtiğimiz ay epey seyahat ettiğim için trende, feribotta, uçakta geçirdiğim anlarda aklıma gelen birçok şey oldu hayatla ve kendimle ilgili; (ben zaten en iyi seyahat ederken düşünürüm aslında- bir de yalnız kaldığımda) fakat oturup bu düşünceleri düzenleyecek vaktim olmadı. Yazı yazmak sanırım benim için düşüncelerimi düzenlemek bir bakıma. Belki de o yüzden bu kadar çok seviyorum, eğer yazmazsam çok fazla düzensiz düşüncem oluyor, düzensiz olduklarında onlardan pek bir şey anlayıp ders çıkaramıyorum.
Yaşadığım gezegeni ‘güzel dünyamız’ olarak nitelendirmeyi seviyorum. Öğrenmeyi, gözlemlemeyi, deneyimlemeyi seviyorum. Zaman zaman kendimde sevmediğim şeyleri başkalarında yargılıyorum, ya da benden farklı olan şeyleri belki zor kabul ediyorum, bunu yapmamak için bilinçli çaba sarf etsem de insan böyle bir varlık. Önemli olan kendini o noktada yakalayıp ‘dur bir dakika, bunu şu yüzden yapıyorsun’ diyebilmek kendine. Kendimle konuşmayı severim, zaten genel olarak konuşmakla, kelimelerle aram iyidir.
Kendimi tanımaya, hayatı anlamlandırmaya çalışmamın dördüncü senesindeyiz. Bundan öncesinde de bir şeyler olmuş tabii, ama genel olarak oturup üzerine düşünmemişim, veya şöyle bir düşünüp geçmişim. Benim kendime yolculuğum yirmi sekiz yaşımda başladı, blogu açtığım sene. İlk kez o sene düzenli olarak yazmaya başladım çünkü. Diyorum ya, yazmazsam çok fazla düzensiz düşünce birikiyor ve içlerinden gereklilerini ayırıp bir sisteme oturtamıyorum. Blog yazmak şüphesiz hayatımın en iyi kararlarından biriydi.
Otuz birinci yaşım biterken, hayatımda ilk kez yaşadığım şehirden başka yerdeydim. Bugüne kadar doğum günümde ya final sınavlarım olurdu, ya da ben sınav yapıyor veya ders veriyor oldum. İlk kez bu sene Ankara veya İstanbul dışında bir yerde, Antalya’daydım. Yeni yaşımın ilk yedi- sekiz saatini partileyerek, dans ederek geçirdim, en sevdiğim aktivitelerden biri olduğunu bilirsiniz. Güzel bir karşılama oldu, umarım yeni yaşım da böyle düşünüyordur.

Doğum günümden birkaç gün sonra Ankara’ya döndüm, sonra İstanbul’a geçtik. Oradan da Yunanistan seyahati başladı. Bu on- on beş günlük süreç içerisinde, fikirlerine önem verdiğim birkaç kişi benimle birbirlerinden bağımsız olarak birtakım konuşmalar yaptılar. O konuşmalardan kısa vadede ne alınabiliyorsa aldım, orta ve uzun vadedeki etkilerini -her ne kadar şu an yaptıklarım direkt olarak geleceğe etki edecek de olsa- belirli bir zaman geçmeden göremeyeceğiz. Bazı kavramlar biraz fazla soyut oldukları için kendilerini hemen göstermeyebiliyorlar, bazılarının ise gerçekten üzerinde düşünmek ve zaman yardımıyla onları sindirebilmek, onlarla bütünleşebilmek gerekiyor.
Geçirdiğim bir yılı değerlendirecek olursak, fena bir yıldı diyemem. Bazı açılardan beni zorladı, bazı açılardan da çok şey kattı. Aslında belki de zorladığı için bir şeyler kattı. İçerik üreticiliği bu sene benim için yepyeni bir yol oldu mesela. Kendim için içerik üretmek bir yana, başkaları için de içerik üretmeye ve bunu bir iş haline getirmeye başladım. Eylül- şubat ayları arasında sabah sekiz akşam on bir gibi bir iş temposunda çalıştım. Markalar, okul, özel dersler derken bunların yanında bir de her gün yemek yapıyor ve haftada dört gün spora gidiyordum. Sınav arası çıkıp spora gittiğimi, on dakikalık molada ertesi günü planladığımı bir de üstüne bayılmamak için bir şeyler atıştırdığımı bilirim (tabii ki kendi hazırladığım yiyecekler, benden başka bir şey beklenmez). İyi ki bu kadar yoğundum çünkü planlama ve zaman yönetimi becerilerim çok keskinleşti bu dönem sayesinde. Sonrasında tempo bazı açılardan hafifledi, bazı açılardan daha değişik bir yola girdi, odak ve ağırlık değişti. ‘Zorunda olduğum’ ve ‘gerçekten istediğim’ şeylerin sınırları hala tam oturmamış olsa da, bazı şeylerden emin olabildim.
Bir şeyleri elde etmek için bilerek çaba göstermemiz, emek vermemiz gerekiyor, sevdiğimiz insanlar için de öyle. ‘Ben hayatı akışına bırakıyorum’ aslında yanlış anlaşılmış bir kavram bana kalırsa, çünkü ortada bir niyet olmadan akışına bırakılan hayat, akmaktan ziyade parçalara bölünüyor, dağılıyor ve elinizde bir şey kalmıyor. Ama eğer sizin üzerinde bilinçli bir çaba gösterdiğiniz, emek verdiğiniz bir şey veya kişi varsa, işte o zaman akışına bıraktığınızda doğru yola götürüyor hayat sizi. Çok net bir kavram aslında. Eylem ve süreklilik, sizi gitmeniz gereken yola yönlendiriyor nihayetinde.
Her ne kadar deneyim ve değişikliklere açık biri de olsam, sert ve kalıcı değişiklikler insana korkutucu gelebiliyor, bilinmeyenin kucağına gözü kapalı atlamak öyle çok da kolay bir şey değil. Elinizde mevcut olan her neyse bildiğiniz bir şey olduğu için memnun olmasanız bile bizde yarattığı sahte güvenlik algısı bizi değişiklik yapmaktan alıkoyuyor, ona sıkı sıkı tutunma isteği yaratıyor. Bu yüzden insanların birçoğu, ellerindeki şeyden memnun olmasalar bile konfor alanlarından çıkıp hayatlarında değişiklik yapamıyorlar, bilinenin verdiği sahte veya gerçek bir güvenlik hissi var ortada. Ben kimi zaman bırakmak istemeyip kimi zaman da bırakanlardanım. Şu sıralar biraz fazlaca tutunduğumu düşünüyorum. Değişikliklere kapalıyım diyemem, ama uzun bir süre direnebiliyorum. Ama biliyorum, değişiklik geliyor artık, bir şekilde hissedebiliyorum yeni bir döneme adım adım yaklaştığımı.
İnsan, yaşadığı deneyimlerden, gittiği yerlerden, tanıştığı insanlardan, aslında çevresinde maruz kaldığı tüm uyaranlardan bir şeyler öğreniyor. Bunu bazen bilerek, bazen de bilmeyerek yapıyor. Başımızdan geçen bir olayın bizi değiştirdiğini o anda anlamak imkansız, aslında değişirken değiştiğimizi hiç fark etmiyoruz bile. Sonra bir an geliyor, değiştiğinizi fark ediyorsunuz. Ama o değişim aslında bir anda olmamış oluyor. Yıllarca kendime sorduğum sorulardan birini burada da yineliyorum o zaman: sizce insan yaşadığı olaylar ve deneyimler nedeniyle değişiyor mu, yoksa kendine mi yaklaşıyor? Ben kendimize yaklaştığımızı düşünürüm hep. Biz buna bir şekilde değişiklik demeye koşullanmışız, ama aslında bu bir kendimizi bulma ve yaratma yolculuğu.
İkinci şans konusu da üzerinde düşündüğüm şeylerden biriydi bu sene. Ben ikinci şanslara hep inanmışımdır, çünkü insanların öğrenebileceğine ve ders alabileceğine inanırım. Fakat burada önemli bir ayrım var: ikinci şans dediğimiz şey eğer tamamen umut üzerine kurulu ise yaşayacağınız şeyin hayal ettiğiniz gibi olmama ihtimali çok çok yüksek. İkinci şans, somut göstergeler üzerine hak edilen bir şey bence. Somut bir farkındalık ve değişiklik var mı? Daha önceden rahatsız eden ve sizi bir karar almaya sürükleyen davranışları şu an kabul edebiliyor musunuz, eğer kabul edemeyecekseniz net bir değişiklik var mı? Bu gibi soruları sormadan, gözlemlemeden verdiğimiz ikinci şanslar, durumun en başa dönmesine ve birebir aynı şeyin tekrar yaşanmasına sebep olabiliyorlar. Ama tam tersi, bu soruların cevapları bizi tatmin ediyorsa, olgunlaşmış ve güncellenmiş versiyonlarımızla bambaşka bir şeye doğru ilerleme ihtimalimiz olabiliyor. Ayrımı yapabilmek lazım.
Her ne kadar kendini seven biri olduğumu düşünsem de, aslında kendime verdiğim değerin benim baktığım açıdan biraz daha farklı olduğunu öğrendim bu sene. Kendini sevmek, çok basit bir kavram gibi görünse de (neden kendimi sevmeyeyim ki der insan haklı olarak) yaşadığımız birçok problem kendimizi gerçek anlamda sevmemekten, kimi zaman yetersiz ve değersiz hissetmekten kaynaklanıyor. Bir dereceye kadar bu huzursuzluk bizi ileri götürüyor, ama yıkıcı da olabiliyor. O noktada da kendimize verdiğimiz değerle bunu engelleyebiliyoruz. Yıkıcı derken, fiziksel bir yıkıcılıktan bahsetmiyorum aslında. Hiçbir şey yapmamak, kötü beslenmek, kendini geliştirmemek, kendini güvensiz hissedeceği ortamlarda bulunmamak, sadece ego tatmini yaşayabileceğimiz insanlarla bir araya gelmek, kendimizi üstün hissettiğimiz yerlerde bulunmak gibi davranışlar da uzun vadede bizi kendimizden uzaklaştırdığı için son derece yıkıcı özellikler gösterebiliyor üzerimizde. Benim değer algım ise artık keskinleşti, zaten var olan daha da netleşti diyebilirim.
En sevmediğim karakter özelliğim o anda bulunduğum durumu tolere ettiğimi ve umursamadığımı düşünerek sonrasında bir gün içinde uzaklaşmak olmuştur hep. Aslında o bir gün içinde olmuyor, o süreci ben fark edemiyorum çoğunlukla. Bunun ayırdına varamıyor olma sebebim ise gerçekten de toleransı yüksek ve birçok şeyi umursamayan bir insan olmam. Bu sene o konuda bir miktar daha iyi olmak için adımlar attığımı düşünüyorum. Önceden yaşadığım şeyler için bu konuda netim fakat önümüzdeki deneyimlerimde de neyi kabul ettiğimin ve neyi kabul etmediğimin bilincine daha hızlı varacağıma inanıyorum. Aynı zamanda bunu ifade edebilmek için de buna ihtiyaç duyuyor olacağım.


Toparlamak gerekirse, bu sene aslında epey yol aldım kendime yaklaşmak ile ilgili ama bunu yeni yeni fark ediyorum. Değer kavramım değişti, eskisine göre çok daha net bir insan haline geldim. Kendinize ne kadar netseniz dışarıya da o kadar net oluyorsunuz. Söz ve davranış tutarlılığının bir insanda en önem verdiğim niteliklerden biri olduğuna karar verdim. Hayatın akışının (bir yere kadar) kendi ellerimizde olduğu kanısına vardım, ‘elimde değildi’ aslında sorumluluk almamak için uydurduğumuz bir söz. Başımıza gelecek şeyleri bekleyerek değil, gelenlere yön vererek ilerlememiz gerektiğine inanıyorum. Büyüdüm belki de, o herkesin dediği ‘otuzlar bir başka’ klişesinin ilk senesinde bunun gerçek olduğunu hissediyorum galiba. Kim bilir daha neler öğreneceğim.
Değişimin eşiğinde olduğumu hissettiğim bir yaşta, yaşadığım bu güzel ve öğretici seneye teşekkür ediyorum. Bana iyi veya kötü, az veya çok bir şey katmış bütün herkese ayrıca teşekkür ederim, insanlarla yaşadığımız bütün deneyimler ve türü ne olursa olsun ilişkiler, kendimize ve kendimizle olan ilişkimize ayna tutuyor. O yüzden aslında en iyi bu şekilde öğreniyoruz. Kendimizle olan ilişkimizi ne kadar iyileştirirsek, etrafımızla da o kadar sağlıklı ilişkiler kurabiliyoruz. Ayrıca hayatımdaki muhteşem insanlara buradan da bir kez daha teşekkür etmek isterim, muhtemelen biliyorlardır ama çok çok sevildiklerini buradan bir kez daha söylemiş olayım.
O zaman yeni deneyimlerin, yeni vizyonların, kendine daha da yaklaşmanın, sevginin, dansın, eğlencenin, bilginin, büyümenin şerefine, cheers!
The best is yet to come.
Elvan